Bu dünyayı başkalarıyla paylaşmak zorundayız. Bu paylaşım her birimize birtakım sorumluluklar getiriyor. Örneğin bu dünyada daha uzun süreli yaşayabilmek için doğaya zarar vermemek, güvenliğimiz için diğer canlılara karşı şiddet uygulamamak, başkasının malını izinsiz almamak gibi, gibi… Zaten kanunlar da bu tarz sorumlulukları destekliyorlar. Örneğin birilerine şiddet uygulandığında ya da birilerinin malı izinsiz alındığında ceza veriliyor. Bir de ceza verilmediği halde suç potansiyeli taşıyan durumlar var. Bu durumlar yıllar içinde toplum tarafından o kadar çok benimsenmiş ki artık normal karşılanıyorlar.
Cezai sonuç doğursun ya da doğurmasın bu tarz durumların motivasyonunu oluşturan öğeler arasında şefkate rastlanmıyor. Bu da bizi şöyle bir sonuca getiriyor. Her tür düşünce, hareket ve söylevler şefkat hissi olmadığı sürece cezai duruma dönüşme potansiyeli taşırlar. Bu tarz durumları birkaç örnek üzerinden giderek açıklamak istiyorum.
Eminim çevrenizdeki insanları kendinizden küçük görerek, aşağıladığınız zamanlar olmuştur. Örneğin, “Oğlum, benim de böyle zengin bir ailem olsaydı, ben de onun gibi olurdum. Aileden gelen parası olmasaydı o bir hiçti “ya da “onun xxx konuda iyi olması güzel ama ben xxx konuda ondan daha iyiyim” vb. gibi. Bu tarz konuşmaların kaynağı, zihinden gelir. Kıskançlık ve gururun ortaya çıkmasına sebep olurlar. Kıskançlık ve gurur aşırıya kaçtığında ayrımcılık ortaya çıkar. Ayrımcılık zihinsel bir rahatsızlıktır. Kimseye iyi gelmez.
Aslında her şey çok masumca başlamıştır. Yoldan çıkaran “Resim yapmak konusunda çok iyiyim galiba “dedirten, “ben, illa ben” sendromudur. Bu sendrom sadece bir söz söylettirmekle kalmaz, arkasından “Evet insanları güzel çizemeyebilirim, fakat doğa resimlerinde üstüme yok, evet, evet ben ondan daha iyiyim “dedirtir. Sonrasında ise söylettirdiklerini aksiyona çevrilmesi için sizi manipüle ederek sizinle aynı fikirde olmayan insanları, düşmanınız olarak görmenizi sağlar. O sizi manipüle edip zorlar siz de diğerlerini. Nihayetinde en sonunda etrafınızda resimlerinize bayılan insanlar oluşuverir.
Bu sendroma son vermek ya da vermemek herkesin özgür iradesine bağlıdır. “Ben, illa ben” sendromuna neden son vereyim, haklarımı korumama yardımcı oluyor” diyorsanız tabii ki bu sizin bileceğiniz iştir. Fakat “ben, illa ben” sendromunun hayatınızdan kıskançlık ve gururu eksik etmeyeceğini de unutmayın. Zira “Ben illa ben” sendromu gündemde olduğu sürece diğerleri zarara uğramış gibi görünse de aslında kendi kendinize zarar vermiş olursunuz.
Yok ben bu sendroma son vermek istiyorum diyenlerdenseniz, önce başkalarına sözel ya da düşüncelerinizle zarar vermemeyi niyet etmekle başlayın. Tabii bu arada pozitif konsantrasyon geliştirmeyi de unutmayın. Pozitif konsantrasyon, ayrımcılığa sebep olacak söz ve düşünceler ortaya çıkmadan fark etmenize yardımcı olacaktır.
Her gün takdir edilmek, beğenilmek adına kendimizi bir sürü karmaşa içine sokuyoruz. “Ben, illa ben” sendromu hayatınızda olduğu sürece barış için sadece dua etmek yeterli olmayacaktır. Dua ederken aynı zamanda şiddete de son vermeye niyet etmeli ve aksiyonlarınızı da bu doğrultuda almanız gerekir. Dua et fakat dua ettiğin şeyi yapmama çelişkili bir durumdur.
Her Daim Sevgi ve ışıkla
Karşılaştığımız sorunları çözmeye çalışırken dua etmek güzeldir. Fakat şiddete son vermek ve barışı sağlamak bize bağlıdır. Barışı yaratmak bizim sorumluluğumuzdadır. Şiddete sebep olan hareket ve davranışlarda bulunmaya devam ettiğimiz sürece barış için dua etmek çelişkili olacaktır.... Dalai Lama