Hayatımızı sürdürürken fiziksel, duygusal ve zihinsel olarak zarar görmemek için elimizden ne geliyorsa onu yaparız. İnsanlardan, olaylardan kendimizi koruruz. Fakat yanı başımızda duran korkuyla ilgili çok bir şey yapmayız. Halbuki en çok da kendimizden korkarız. Çoğunlukla da bir şeyler olduğunda bir şeyleri yanlış yapmaktan ya da bir şeyleri yapamamaktan dolayı kendimize vereceğimiz zarardan korkarız. Bunun sebebi kendimizi az tanımış olmaktır. Kendimizi tamimiyle tanıdığımızda, kendimizle iyi bir ilişki içinde oluruz. Bu da sakinliği beraberinde getirecektir. Bu sakinlik keyif ve eğlenceye son vermek anlamına gelmez. Yine dans eder, eğleniriz. Aradaki tek fark içeriden gelen zorlayıcı bir dürtünün olmamasıdır. Gevezelik yapmaz, bir şeylerin altında bit yeniği aramayız. Çünkü iyi ya da kötü her ne oluyorsa gerçekte neler olduğunun farkındayızdır.
Sevgili Pema Chodrön’in “Herşey Darmadağın Olduğunda” isimli kitabında, korku ve korkunun bize yaptıklarını çok güzel anlatmış. İhtiyacım olduğunda bu bölümü tekrar tekrar okurum. Umarım bir şekilde sizin de işinize yarar. Pema Chodrön’in hikayesi şöyle;
“Bir zamanlar genç bir kadın savaşçı vardı. Öğretmeni ona korkuyla savaşması gerektiğini söyledi. O bunu yapmak istemedi. Bu çok saldırgan görünüyordu; korkutucuydu; düşmanca görünüyordu. Fakat öğretmeni bunu yapması gerektiğini söyledi ve girişeceği bu savaş için ona talimatlar verdi. Savaş günü geldi, çattı. Öğrenci savaşçı bir tarafta durdu. Korku diğer tarafta durdu. Savaşçı kendini çok ufak hissediyordu ve korku büyük ve öfkeli görünüyordu. Her ikisinin de kendi silahları vardı. Genç savaşçı harekete geçti ve korkuya doğru gidip üç kez yere kapanarak sordu, “ Sizinle savaşmak için izin verir misiniz?” Korku, “Bana izni isteyecek kadar saygı duyduğunuz için teşekkür ederim” dedi. Sonra genç savaşçı şöyle dedi. “ Sizi nasıl yenebilirim?” Korku yanıtladı. “ Benim silahım hızlı konuşmam ve yüzüne çok yaklaşmamdır. O zaman cesaretin kırılır ve ne söylersem yaparsın. Eğer söylediğimi yapmazsan hiç gücüm kalmaz. Beni dinleyebilir ve bana saygı duyabilirsin. Hatta benim tarafımdan ikna bile olabilirsin. Fakat eğer söylediğimi yapmazsan hiç gücüm kalmaz.” Bu şekilde öğrenci savaşçı korkuyu nasıl yeneceğini öğrendi.
Kızgınlığa, sinirli olmaya bir tür saygı duymak ve duygularımızın bizi nasıl fırıl fırıl döndürme gücünün olduğunu iyice anlamak gerekir. Bu anlayış acımızı nasıl arttırdığımız, kendimize nasıl zarar verdiğimizi keşfetmemize yardım eder. Temel iyiliğe, temel bilgeliğe, temel zekaya sahip olduğumuz için kendimize ve başkalarına zarar vermeye son verebiliriz. Konsantrasyon geliştirdikçe bir şeyleri ortaya çıktıklarında görürüz. Bu anlayışımız sayesinde pireyi deve yapacak zincirleme tepkilere itimat etmeyiz. Pireyi kendi haliyle bırakırız. III dünya savaşı ya da iç savaş haline gelmezler. Bir an için duraklamayı öğrenerek sırf içten gelen bir dürtüyle aynı şeyi doldurmak yerine sadece duraklamak dönüştürücü bir deneyimdir. Bekleyerek esas açıklıkla olduğu kadar esas hareketlilikle de bağlantıya geçmeye başlarız.
Bunun neticesinde zarar vermeyi keseriz. Kendimizi iyice tanımaya ve kendimize saygı duymaya başlarız. Her şey olabilir, her şey evimizin içine girebilir, oturma odamızdaki kanepenin üstündeki her şeyi oturur bulabiliriz ve kendimizi kaybetmeyiz. Bedenin refahı, bedenimizin huzuru bir dağ gibidir. Bir dağda çok şey olur. Dolu yağar, rüzgarlar çıkar, yağmur ve kar yağar. Güneş yakar, bulutlar geçer, insanlar çöplerini bırakırlar ve başka insanlar da bunları temizler. Bu dağın üstünden pek çok şey gelir, geçer, fakat dağ sadece orada oturur. Kendimizi tümüyle gördüğümüz zaman bedeninin bir dağa benzeyen bir durgunluğu olur. Artık sinirlenmeyiz ve burnumuzu kaşımamız, kulaklarımızı çekiştirmemiz ve kendimizi içkiye vurarak unutmamız gerekmez. Kendimizi tamamen iyi bir ilişki kurmak durgunluğa sakinliğe götürür, fakat bu atlayıp zıplayıp dans edemeyeceğimiz anlamına gelmez. Bu içten gelen zorlayıcı bir dürtünün olmaması demektir. Aşırı çalışmayız, aşırı yemeyiz, aşırı sigara içmeyiz. Kısacası, zarar vermeyi kesmeye başlarız. Sırf başka kimse konuşmadığı ve asabileşmediğimiz için bir şeyler yumurtlamaya başlamayız. Saksağanlar ve kargalar gibi gevezelik edip durmayız. Herkesin kızgın olduğu, herkesin huzurlu olduğu durumların içinde olmanın ne olduğunu biliriz. Dünyada evimizdeyizdir. Çünkü kendimizle evimizdeyizdir.
Zihnin refahı hiç dalgasız bir dağ gölüne benzer. Gölde hiç dalga olmadığı zaman gölün içindeki her şey görülebilir. Su çalkalandığı zaman hiç bir şey görünmez. Dalgasız durgun göl rahat olan zihnimizin bir imgesidir, o gölün dibindeki bütün o ıvır zıvırlara karşı o kadar sınırsız bir dostlukla dolumdur ki sırf orada ne olduğuna bakmaktan kaçınmak için suyu çalkalama gereği duymayız.
Zarar vermemek uyanık olmayı gerektirir. Uyanık olmanın bir parçası da ne yaptığımızı ne söylediğimizi fark edecek kadar yavaşlamaktır. Verdiğimiz bütün zararların kökeninde cehalet vardır. Meditasyon yoluyla bunu tersine çevirmeye çalışırız. Eğer hiç dikkatli olmadığınızı nadiren kendimizi sakındığımızı pek az refahımız olduğunu görüyorsak, bu karmaşa değil, netliğin başlangıcıdır. Hayatımızdan dakikalar akıp gittikçe, sağır, dilsiz ve kör olmak yetimiz artık o kadar iyi çalışmaz. Bu süreç bizi gergin yapacak yer ilginçtir ki bizi kurtarır. Bu kurtuluş, kusurluluk konusunda hiç kaygılanmadan tümüyle burada olduğumuz zaman doğal olarak ortaya çıkar. “
Her Daim Sevgi ve Işıkla
Comments