Algıların Oyunu: Gördüğümüz Şey Gerçek mi?
- Sibel Kavunoğlu
- 11 dakika önce
- 3 dakikada okunur

Hayat, bazen bir illüzyon sahnesi gibi.
Gördüğümüz, duyduğumuz, hissettiğimiz şeylerin gerçek olduğuna inanıyoruz.
Oysa algılarımız, bize yalnızca küçük bir pencere açıyor.
Bu yazıda, algılarımızın bizi nasıl yanılttığını ve gerçek benliğimizi bulmanın neden bu kadar önemli olduğunu birlikte keşfedeceğiz.
Hayat bize sık sık gösteriyor ki, algılarımız her zaman gerçeği yansıtmıyor.
Yerde bir ip görüyoruz, bir anlığına onu bir akrep sanıyoruz. İçimiz ürperiyor, bedenimiz geriliyor. Sonra yaklaşıp dikkatli bakınca, sadece basit bir iplik olduğunu anlıyoruz. O anda rahatlıyoruz, korku geçip gidiyor.
Bu küçük sahne, aslında hayatın büyük bir gerçeğini fısıldıyor bize:
Tehdit sandığımız şey, çoğu zaman sadece yanlış bir algıdan ibaret.
Bir başka çok anlatılan hikâye de bunu destekliyor:
Kör insanların bir file dokunmaları istenir. Her biri filin başka bir yerine dokunur. Kimi bacağına dokunur ve "bu bir ağaç" der, kimi hortuma dokunur ve "bu bir yılan" der, kimi kulağına dokunur ve "bu bir yelpaze" sanır.
Hiçbiri yanılmıyor aslında; ama hiçbiri bütün resmi de göremiyor.
Hayat böyle işliyor. Gördüğümüz, hissettiğimiz her şey bir parçadan ibaret.
Bütün resmi göremediğimiz sürece, algılarımız bizi yanıltmaya devam edecek.
Üstelik sadece nesnelere bakarken değil; insanlara, olaylara, hatta kendimize bakarken de.
Ben de kendi hayatımda, yıllarca çeşitli rollere büründüm:
İş hayatında bir yönetici oldum.
Çocuklarla birlikteyken onları koruyup kollayan bir "anne figürü" oldum.
Annem hastalandığında bakıcı rolünü üstlendim.
Bir yazı yazdığımda yazar oldum.
Bu rollerin her birini yaşarken, bazen kendimi o rolün içinde kaybettiğim oldu.
Hangisini daha uzun süre yapıyorsak, kendimizi ona daha çok ait hissetmeye başlıyoruz.
Oysa tüm bu roller, hayat sahnesinde üstlendiğimiz geçici kimliklerden başka bir şey değil.
Gerçek şu ki:
Biz, oynadığımız roller değiliz.
Rolleri yerine getirirken bir şeyleri deneyimliyoruz, öğreniyoruz, büyüyoruz.
Ama o rollerin ardında duran "ben" var. Değişmeyen, özü bozulmayan bir ben.
Hayat, algıların ve rollerin içinde bir oyun gibi sürüp giderken, asıl sorumuz şu olmalı:
Ben bu rolün neresindeyim?
Gerçekten kimim?
Bence işin sırrı şu:
Rolleri reddetmeden, onları oynarken kendimizi kaybetmeden yaşamak.
Ve her zaman özümüzle bir bağ kurmayı sürdürmek.
Çünkü hayat, algılarımız kadar sınırlı değil.
Çok Farkında olmasak da oynadığımız rollere sığmayacak kadar büyük varlıklar olma ihtimalimiz fazla…
Algıların ötesine bakabilmek, yaşadığımız dünyanın görünen yüzünden daha derin bir gerçeğe ulaşmanın anahtarı.
Ve her yeni farkındalık adımı, bizi daha özgür, daha gerçek bir yaşama biraz daha yaklaştırıyor.
Önemli olan, hangi rolü oynarsak oynayalım, içimizdeki değişmeyen "ben"i unutmamak.
Dünyayı Gerçekten Görebiliyor muyuz?**
Dünya, bize göründüğü gibi midir gerçekten?
Yoksa sadece algılarımızın, deneyimlerimizin ve inançlarımızın şekillendirdiği bir yansıma mı?
Bu yazıda, farklı canlıların dünyayı nasıl algıladığından yola çıkarak, kendi algılarımıza daha derin bir göz atacağız.
Hiç düşündünüz mü; dünya sandığımız gibi mi gerçekten?
Bir köpek dünyayı nasıl algılar?
Burnunun rehberliğinde. Dünya onun için kokulardan ibarettir.
Bir arı nasıl algılar?
Gözleriyle morötesi renkleri görebilir, çiçekleri bizim gördüğümüzden çok daha farklı bir şekilde algılar.
Peki ya biz insanlar?
Gözlerimiz, beynimizin algılayabildiği kadarını görüyor.
Ve yaşadığımız kültür, coğrafya, deneyimlerimiz bu algıyı şekillendiriyor.
Afrika’da doğmuş bir çocuk ile Antarktika’da yaşayan birinin dünyası aynı mı?
Tabii ki değil.
Çünkü herkes kendi penceresinden bakıyor.
İşte bu yüzden, dünyanın gerçekte ne olduğunu asla tam olarak bilemiyoruz.
Her zaman kendi algımızın süzgecinden geçirdiğimiz bir gerçeklikle yaşıyoruz.
Ve çoğu zaman bunun farkında bile değiliz.
Bu farkındalığa vardığımızda, yani algılarımızın bize her zaman gerçeği sunmadığını anladığımızda, hayat çok daha başka bir yere evriliyor.
Daha esnek oluyoruz.
Daha meraklı ve daha anlayışlı bakabiliyoruz hem kendimize hem başkalarına.
Peki, bu farkındalıkla ne yapmalıyız?
Tüm rolleri bırakıp bir kenara mı çekilmeliyiz? İnzivaya mı kapanmalıyız?
Bence hayır.
Hayatın içindeyken, üstlendiğimiz rolleri oynarken bile, onların sadece birer sahne kostümü olduğunu bilerek yaşayabiliriz.
Yani bir yönetici, bir anne, bir dost olurken... tüm bu rollerin ardında daha büyük bir varlık olduğumuzu unutmadan.
Gerçekten özgür olmak, belki de budur:
Rol yaparken kendimizi kaybetmemek.
Dünyaya bakarken, gördüğümüzün sadece bir bakış açısı olduğunu hatırlamak.
Ve her zaman, her durumda özümüzle temas hâlinde kalmak.
Çünkü dünya, bizim sandığımızdan çok daha büyük bir yer.
Ve biz, sandığımızdan çok daha derin bir varoluşun parçasıyız.
Dünya, onu nasıl algıladığımız kadar var.
Ama gerçeğin çok daha geniş, çok daha zengin bir boyutu var.
Algılarımızın sınırlarını bildiğimizde, dünyaya ve kendimize çok daha sevgi dolu, açık ve bilgece bakabiliriz.
Her Daim Sevgi ve Işıkla
Sibel KAvunoğlu
Comments