Öz Benlikle Buluşmak: Şifanın Sessiz Kapısı
- Sibel Kavunoğlu

- 2 gün önce
- 2 dakikada okunur

Bazen hayatın gürültüsü içinde kendi öz benliğimizin sesini duyamayız. Oysa şifanın sessiz kapısı, tam da bu derin sessizlikte aralanır. Ego, içimizdeki çocuk ve kafamızdaki sesler bize hem yol gösterir hem de zaman zaman yolumuzu bulmamızı zorlaştırır. Bu yazıda, onların ardındaki hakikati birlikte keşfe çıkıyoruz.
Ego, içimizdeki çocuk ve kafa sesi konuları modern psikoloji ve psikoterapide sıkça tartışılan kavramlar arasında yer alıyor.
Ego: Freud’un yapısal kuramında ego, id ve süperego ile birlikte kişiliğin üç temel bileşeninden biridir. Ego, gerçeklikle uyumlu şekilde davranmamızı sağlar ve bir “köprü” işlevi görür. Benim de sıkça vurguladığım gibi, ego bizi korur.
İçimizdeki Çocuk: Gestalt yaklaşımı ve İçsel Çocuk Terapisi’nde, çocukluk deneyimlerinin yetişkin yaşamımıza etkisi araştırılır. Çocuğun kendisi olamadığı her an, ego devreye girer.
Kafa Sesi (İç Eleştirmen) : Bilişsel terapilerde “içsel eleştirmen” veya “negatif otomatik düşünceler” olarak bilinir. Çocuğun kendini korumak için dışarıdan gelen talimatları içselleştirmesi, psikolojide “introjection” (içe atım) olarak açıklanır.
Şimdi, bu üçlünün hayatımızda nasıl göründüğünü kendi farkındalıklarımla paylaşmak istiyorum.
Çocuk, Otorite ve İç Sesin Doğuşu; Küçükken otorite figürlerinden korunmanın tek yolu, onların talimatlarını içselleştirmekti. Eğer içselleştirmezsek, cezalandırıcı yöntemler devreye giriyordu. Bu nedenle çocuk için en iyi seçenek buydu.
Ama işin bir de bedeli vardı: İçselleştirilen talimatlarla birlikte, o anda hissedilen duygular da bastırıldı. Bastırılan duygular yok olmadı, sadece daha derinlere gömüldü. Ve her çaresizlik deneyiminde yeniden tetiklendi.
Zamanla kafa sesi daha da güçlendi, ego devreye girdi ve bizi korumak için kalkanlar ördü. “Ego bizi korur” anlayışı buradan doğdu.
Ego, Çaresizlik ve Çekim Yasasına gelirsek; Bastırılan acı ne kadar derinleşirse, egonun koruma kalkanı da o kadar büyür. Ancak burada ilginç bir döngü oluşur:
Ego çaresizliği yok etmeye çalıştıkça, içerideki enerji aynı deneyimleri tekrar tekrar hayatımıza çeker. Bu kez ego daha da güçlenir, kalkan kalınlaşır ve kişi giderek daha baskıcı, daha kontrolcü hale gelebilir.
Bazı çocuklar ise tam tersine sessizliği seçer. Otorite figürleriyle baş edemeyen çocuk, bu kez onların sorumluluklarını üstlenir. Kendini geri plana iter, “var olmam sorun yaratıyorsa yok olayım” diyerek başkalarını kurtarmaya yönelir. Ne yazık ki, içerideki derin çaresizlik çözülmeden, başkalarını gerçekten kurtarmak da mümkün değildir.
Her iki durumda da yol aynı yere çıkar: Acının kapısı acılır. Ama acı bir ceza değildir. Acı, iç benliğe açılan bir kapıdır. Seni özüne davet eden bir işarettir.
Acı ile yüzleştiğinde, gerçekte kim olduğunu keşfetmeye başlarsın. Egonun kalkanları ardında bastırılmış çocukla buluşursun. Ve bu buluşma, dönüşümün başlangıcıdır.
Unutma: Süper kahraman da olsan, Yunus Emre ya da Mevlana da olsan, acı dan kurtuluş yoktur. Acı her zaman var olacaktır. Mesele acıya bakış açındır.
Peki, kurtuluş nerede?
Kurtuluş, geçmiş hikâyeyi tekrar tekrar yaşamak yerine, bugüne dönmektir.
Şimdide kalmak; egonun kontrol açlığından, yanılsamalardan ve eski döngülerden özgürleşmektir.
Aydınlanma, bulutların üzerinde uçmak değil; toprakta, gerçekliğin içinde, ruha bağlı yaşamaktır.
Ego bizi korumak için var ama özümüzü bulmamız için onun ötesine geçmemiz gerekir.
Ego, içimizdeki çocuk ve iç ses… Hepsi aslında bize bir şey öğretmek için var. Onları susturmaya ya da yok saymaya çalışmak yerine, fark etmek ve anlamak, kendi öz benliğimizle buluşmanın en değerli adımıdır.
Unutma, şifa yolculuğu bir varış noktası değil; her adımda kendinle biraz daha yakınlaşmaktır. Egonun koruduğu çocuğa şefkatle yaklaştığında, içindeki ışık kendiliğinden parlar. Ve o ışık, seni kendi hakikatine, yani özgürlüğe taşır.
Her Daim Sevgi ve ışıkla
Sibel KAvunoğlu





Yorumlar